-
Evet arkadaşlar bilmiyorum bellirli bir kesim yazılarımı okuyor mu ? İstatislikler kısmına baktığımda bloga girenlerin olduğunu görüyorum, ve bu her insanda uyandırılacak bir hissi uyandırıyor bende. Önemsenmek aslında o kadar unutmuşuz ki biz bu önemsenmeyi insanlar azcık bir tatsa müptelası oluyorlar. Bugün bende sizden bir konuyu önemsemenizi istiyorum. Okumanızı, okumayı o kadar unutmuşuz ki bazı arkadaşlarıma kitap isimleri tavsiye ettiğimde oturup iki dakika okudukların kitap önemsenmenin hazzı ile okuycuya güzel duygular yaşatıyor. Biz önemseme konusunda ilk olarak kutsal kitabımızı okumayı bırakarak fire vermeye başladık.
Peki neden bıraktık ? ya da nasıl bıraktırıldık mı demem gerek ? Bugün ki toplum son 10 yılda o kadar değişti ki ben artık toplumumuzu tanıyamıyorum. Biz nasıl böyle özlerimizden koparılıyoruz ? Ve bu duruma neden ses çıkarmıyoruz ve bir sürü gibi sadece tamam diyoruz. Bu konuları eleştirince de sen sus toplumda aykırı ses çıkaramazsın diyoruz ? Bakın önemsenmek, önemsemek konusundan bir toplumun uyuşturulma konusuna vardık ne kadar birbirine bağlı ne kadar iç içe konular ama biz hayatı televizyon ekranlarından seyretmeye alıştığımız için 10 yıldır sorgulama yeteneğimizi de kaybetmiş bulunuyoruz.
Biz neden geleceğimizi önemsemiyoruz ? Mevcut gidişat böyle devam ederse ne olacak ? Biz kutsal kitabımızdan daha fazla uzaklaşır isek sonuçları ne olacak ? Bazıları ama ben Arapça okuyamıyorum filan diyor. Komikleşmeyin arkadaşlar, saatlerce gezdiğin sosyal medya yerine Türkçe ye çevrilmiş Kuranı Kerim okumaya çalışsan şuan aileni satın alınmış televizyon saatlerinden kurtarır, heba etmemiş olursun. Ama nefsimize o kadar kapılmışız ki daha sonra daha sonra, bir ara, dur hemen yarın vs gibi bahanelerle dinini öğrenmeyi erteliyorsun. Böyle bir anda da benim aklıma şu geliyor ? Ölüm yaşımıza göremi geliyor bize ? Bence yaşın bir önemi yok, çünkü ben küçük bir çocuğun öldüğünü gördüm. Böyle bir durum mevcutken sen nereden senet aldın da bu kadar rahatsın ? Sen ne kadar mevcut devletin için faydalı işler yaptın da anlım ak Cenabı Hakka şunu şunu yaptım diycek kadar cesursun ? Bir Müslüman için ne zaman için cız etti ? Sevgili kardeşlerim boş vakiti değerlendiremeyen sonra arkasından şunu yapsaydım bunu etseydim diye hayıflanır. Son olarak size iki öneride bulunmak isterim. Biliyorum haddim değil ama sadece söylemek istiyorum. Birincisi dış mihrapların Osmanlı devletini nasıl bölmek için planlar yaptıklarını bu konusu nasıl ÖNEMSEDİKLERİNİ yazan ve sadece bir dille anlatan şu incecik kitabı almanızı ve okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Hakikat Kitabevi (İngiliz Câsûsunun İ`tirâfları) İsterseniz bu siteden Pdf. sini de indire bilirsiniz. İkinci konumuza gelirsek, zamanımız çok ama çok kıymetli lütfen vaktinizi saçma sapan evlilik programları, bir adaya atılmış seçmeceler tarafından yapılan programları izlemeye ayırmayın siz kıymetlisiniz bir o kadar zamanınız da kıymetli. Sizin kitaplardan kazanacağınız bilinç ile belki çok farklı yollara gireceksiniz size büyük artılar getirecek hiç yoksa boş televizyon ekranlarında zaman öldürmemiş olursunuz. -
Kanuni Sultan Süleyman Han'a geldi sıra, Fatih Sultan Mehmet Handan itibaren daha çok özellikli anlattık klasik tarih yazıcıları gibi bilgiler verdik ama şimdi daha kişisel olarak yazmayı düşünüyorum bu yazı türünü ilk yazılarımda yapmıştım sonraları daha çok bilgiye yönelik yazdım ama yine bu dile dönerek yazılara kısa bir süre ara verilecek.
Kanuni Sultan Süleyman Han büyük bir devletin tek varisi olarak dünyaya gözlerini açtı babası bilidiği üzere kılıçı keskin ömrü kısa Yavuz Sultan Selim idi. Osmanlı hazinesini mühürleyip benden sonra gelen padişahlar hazineyi ağzına kadar doldurmadıkça benim mührüm burada kalacak diyen Yavuz Sultan Selim Hanın çizgisine benim gözümde hiçbir padişah ulaşamamıştır. Bizim padişahlarımızın her birinin farklı özellikleri vardır. Fatih hanın bilim insanı ve sosyal bir kişilik olması, Yavuz hanın tam bir asker olması, 2. Abdulhamit hanın tam bir siyasetci olması daha sayamadığımız özellikleri ile padişahlarımızın ne kadar eşsiz olduğunun bir kanıtıdır. Kanuni Sultan Süleyman Han ise hem zanaatkar hemde bir edebiyatçı idi. Muhibbi mahlasi ile birçok edebi eser kaleme alan Süleyman Han hukuk alanında yaptığı dünya çapındaki değişikliklerle Avrupalılar tarafından da Kanuni olarak anılmakta idi. Müslüman olan bir kimsenin Avrupada işte şu kişide artık Türk oldu gibi bir deyimle anıldığı günlerde Süleyman Han doğru bir devlet adamı olarak devletin başına geçmiştir. Büyük devlet adamlarının döneminde de büyük insanlar yetişir sözünün bu dönemde ete kemiğe büründüğünü görüyoruz. Bu kişiler Ahmet paşa, Ayas Paşa, Barbaros Hayrettin Paşa, Damat Çelebi Lütfü Paşa, Ferhat Paşa, Hüsrev Paşa, Matrakçı Nasuh, Pargalı İbrahim, Piri Mehmet Paşa, Rüstem Paşa, Sahip Giray Han, Yahya Efendi, Yahya Paşazade Malkoçoğlu Bali Bey ve kayserinin övün kaynağı olan 40 yaşında mimarlığa başlayan Mimar Sinandır.
Yazdığım isimleri okuyunca belki siz sadece devlet adamları görüyorsunuz ama ben koca bir devranı sırtlamış Osmanlıyı çekip çeviren büyük adamlar görüyorum. Sevgili kardeşlerim bu adamlar öle hasbel kader o mevkilere gelmiş insanlar değiller. Gerçekten ciddi bir birikime ve zekaya sahip insanlar, en net örneği Mimar Sinan dır. Hayatını okuduğumda ve evini görmeye gittiğimde aldığım bilgiler doğrultusunda saygım ve sevgim bir kat daha artmıştır. Keza aynı şekilde Barbaros Hayrettin Paşa 600 parçalık bir haçlı donanmasını 250 parça hafif gemi ile yerle bir etmiştir
Bu akla mantığa sığacak şeyler değildir. Karşılarındaki deniz gücü dönemin en büyük devletlerinin toplamış olduğu karma bir donanma idi. Ve tek gayeleri barbar diye hor gördükleri yenemedikleri için birçok lakap takıp aşağılamaya çalıştıkları Türklerdi. Bunun acısını dönemin tarihçileri birçok kez dile getirmiştir. Barbaros Hayrettin paşayı eski çizgi filmlerden hatırlarsınız kızıl sakal diye. Hep korkulan bir karektermiş gibi vermişlerdir ve biz bunu anlayamayarak izlemiş ve bizde eksi yönde etkilenerek kendi atamıza karşı negatif yüklenmiştik. Ne zamana kadar ? Bilginin güç olduğunu anladığım ana kadar.
Dönemin yönetim kadroları, ilim adamları ve askerleri o kadar güçlüydü ki Avrupa bizden kapitülasyonlar almak için yalvarıyordu. Fransız kralının annesi Süleyman Handan aman dilenip oğluna yardım edilmesi için günlerce sarayın yollarını arşınlar olmuştu. 46 sene hükümdarlık yapan Süleyman Han Rahmeti Rahmana Zigetvar kuşatmasında vefat etmiştir. Ölümü ordudan saklanmıştır nedeni ise sürmekte olan kuşatmada moral bozukluğu oluşmasını istememeleridir. 13 büyük sefer düzenleyen Süleyman Han 250 veya 300 bin kişilik büyük ordularla sefer yaptığı bilinmekte idi. O günün şartlarına göre bu sayılar çok büyük rakamlardı bugün mevcut Kara kuvvetleri asker sayısı 550 bindir. İletişim çağında halen içinde hainler çıkan ordumuzu yönetmek kolay değilken Süleyman han bunu nasıl becermiştir buda düşünülmesi gereken bir konudur. Büyük topraklar kazanarak ülke sınırlarını hatrı sayılır derecede genişleten Süleyman han bugünlerde haremde vakit geçirmiş zevki sefa sahibi bir kişi olarak gösterilemeye çalışılmaktadır ve bu harekette başarılıda olunmuştur.
Böyle bir cahillik böyle bir pervasızlık olamaz kendi atasına karşı bir insanda. Bugün Avrupalıların emellerince hareket eden bu ne oldukları belirsizler, halkı da zehirlemeyi başarmıştır. Asıl garip olan bu ülkede RTÜK adında dandik bir kurum olması ve işini sadece Osmanlı tarihini öven yapımlara ceza kesmek sanan bir güruhun yönettiği köhnemiş bir kurumun iş görüyor olması. Harem de yetişen cariyelerin direk çıkar çıkmaz sultan ile halvet olduğunu, haremin sadece sultana çalışan bir yermiş gibi gösterildiği sultanın geceleri alem yapıp oradan seçtiği kadınlarla birlikte olduğu gibi sapıkça ve aşağılıkça fikirleri bu ülkeye yaydılar. Ve şifayı Avrupa da arayan bizdeki dal kavuklar da bu durumu gerçekten bir tarihi dayanağı varmış gibi bak neler yapmış padişah diyerek birbirlerine anlattılar. Kanuni Sultan Süleyman'ı evlat katili olarak gösterdiler ama şunu söylemediler, Mustafa han birçok bölge beyine mektuplar yazarak kendisine destekler istemiştir. Eniştesi Rüstem Paşanın eski valisi olduğu Diyarbakır bölgesi valisine yazdığı mektubu yakalanmıştır ve Mustafa han bunu hak etmiştir. Çünkü Süleyman hanın önünde babası Yavuz Han gibi bir örneği vardı.
Burada kızdığım nokta bu gibi yapımlar tabiki olacak ama biz nedense Tvlerden veya hasbel kader bir yerden öğrendiğimiz bilgileri gerçekmiş gibi etrafımıza yayıp onları da zehirliyoruz yapmayın. OKU diyerek başlayan bir kitaba sahip olan biz Müslümanlar okumamakta direniyoruz ? Neden peki ? açıp saatlerce televizyonları izliyorsunuz saatlerce telefonlarla uğraşıyorsunuz ama nedense bir kitap açıp okumuyorsunuz bilgili olmayan insanlar birde bunun farkında olmadan bilgiliymiş gibi geziyorlar. Sanıyorlar ki cevap vermeyişimizin sebebi bilmediğimizden. Bilgi insana kelamın bile ziyan edilmeyeceğini öğretiyor. Son olarak şu sözleri söylemek isterim, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devletinin devamıdır yeni bir devlet değildir. Ve Osmanlı tekrardan bu topraklar üzerinden bilinçli bir şekilde yükselecektir. İsmini ne olarak anarsanız ister Türkiye diyin ister Osmanlı o şuur ve bilinç tekrar yükselmeye gebedir.
-
Yavuz Sultan Selim 10 Ekim 1470 günü doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid, annesi Gülbahar Hatun'dur. Gülbahar Hatun Dulkadiroğulları beyliğindendir. Yavuz Sultan Selim, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir padişahtı. Sert tabiatlı ve cesurdu. Kuvvetli bir ilim tahsili yapmıştı.
Babası Sultan İkinci Bayezid, padişah olduktan sonra, askeri sevk ve devlet idareciliğini öğrenmesi için, Şehzade Selim'i Trabzon Sancağı'na tayin etti. Şehzade Selim, Trabzon'da devlet işlerinin yanında, ilimle uğraşır ve büyük alim Mevlana Abdülhalim Efendi'nin derslerini takip ederdi. Trabzon'u çok güzel idare eden Şehzade Selim'in bu arada komşu devletler de ilişkisi oldu. Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı (1508). Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi müslüman oldular.
Çok güzel ata biniyor, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç kullanıyordu. Güreşmekte, ok ve yay yapmada üstüne yoktu. Harpten hoşlanmakla beraber çok ince bir ruha da sahipti. Çok mütevazi bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, her öğün yemekte tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı. Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi. Babasından devraldığı tatminkar hazineyi ağzına kadar doldurdu. Hazinenin kapısını mühürledikten sonra, söyle vasiyet etti: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Humayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutuldu. O tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı daima Yavuz'un mührüyle mühürlendi. Yavuz Sultan Selim, ataları hep sakal uzattıkları halde sakalını keserdi. Bunun sebebini soranlara "Sakalımı ele vermemek için kesiyorum" dediği rivayet edilir. Bir kulağına da küpe takardı. 22 Eylül 1520'de "Aslan Pençesi" denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında iken vefat etti. Hayatının son dakikalarında Yasin-i Şerif okuyordu. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirdi. Tarihçiler, Yavuz Sultan Selim'i sekiz yıla seksen yıllık iş sığdırmış büyük bir padişah olarak değerlendirdiler.
Yavuz Sultan Selim, babası Sultan İkinci Bayezid ve kardeşleri ile taht mücadeleleri vererek tahta çıktığında, Osmanlı Devleti sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Bu bunalımlı dönemin en büyük sebebi Doğu'daki Şii-Safevi Devletiydi. Bu devletin ortadan kalkmasıyla huzur sağlanacak ve Türkistan yolu Osmanlılara açılacaktı. Yavuz Sultan Selim'in en büyük amacı doğudaki bütün Türk İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. Yavuz Sultan Selim, 1514 yılı baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıktı. Osmanlı kuvvetleri, Erzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşüne devam etti. Çaldıran'da 23 Ağustos 1514'te yapılan savaşta Osmanlı kuvvetleri büyük bir zafer kazanırken, Safeviler bozguna uğradılar. Şah, kaçarak hayatını zor kurtardı. Yavuz yoluna devam ederek Tebriz'e girdi. Şehirdeki birçok sanatçı ve ilim adamı İstanbul'a gönderildi. Bu zafer sonucunda Şah İsmail eski prestijini kaybetti. Bu sayede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmamış oldu. 15 Eylül 1514'te de Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz'un amacı, kışı orada geçirip, baharda İran'ı tümüyle almaktı. Ancak şartlar müsait olmadığı için Amasya'ya gidildi. Çaldıran Zaferi'nden sonra, Erzincan, Bayburt kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Kemah kalesi alındı. 12 Haziran 1515'de kazanılan Turnadağ zaferi ile Dulkadiroğlu beyliğine son verildi. Diyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı hakimiyetine girdi. Böylece Anadolu'da Türk birliği sağlanmış oldu.
Fatih Sultan Mehmed devrinden kalan anlaşmazlık ve İran Seferi, Mısırlıların ve Safevilerin ittifak yapmalarına neden oldu. Yavuz Sultan Selim, bu ittifakın yapılacağını öğrenince Mısır seferine karar verdi. Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516'da Mısır seferine çıktı. 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştı. Mısır Sultanlığına bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim oldular. Ancak asıl savaş 24 Ağustos 1516'da Mercidabık'da oldu. Mısır Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamadı. Mısır hükümdarı Gansu Gavri ölü olarak bulundu. Kazanılan Mercidabık zaferi sonunda Suriye'nin kapıları Osmanlılara açılmış oldu.
28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim aldı. Hama (19 Eylül 1516), Humus (21 Eylül 1516) ve Şam (27 Eylül 1516) aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık 1516'da Kudüs'e, 2 Ocak 1517'de Gazze'ye girdi. Mercidabık Savaşı'ndan sonra Mısır'ın başına Tumanbay geçti. Tumanbay Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini öldürmüş ve Venediklilerden top ve silah alarak Ridaniye'de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu. Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte, ilkçağdan beri hiçbir komutanın cebren geçemediği Sina çölünü 13 günde geçerek, Ridaniye'de Mısır Ordusu ile karşılaştı. Mısır Ordusu'na, El-Mukaddam Dağının etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Mısır Ordusunun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi. 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanıldı. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti tarihe karıştı.
24 Ocak 1517'de Kahire alındı. 4 Şubat 1517'de Yavuz büyük bir törenle Kahire'ye girdi ve Mısır Memlüklerine bağlı Abbasi halifeliğine son verdi. Yakalanan Tumanbay idam edildi. Mısır Seferi sonunda Suriye, Filistin ve Mısır Osmanlı hakimiyetine girdi. Ayrıca Hicaz ve yöresi de Osmanlı topraklarına katıldı. Doğu ticaret yolları tamamen Osmanlıların eline geçti. Elde edilen ganimetler ve alınan vergilerle Osmanlı Hazinesi doldu. 6 Temmuz 1517'de Emanet-i Mukaddese (Mukaddes Emanetler) denilen ve aralarında Hz.Muhammed'in (S.A.V) hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderildi. 29 Ağustos 1516'da Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı Soyuna geçti. Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Abbasi halifesi Üçüncü Mütevekkil'den (kendi deyimiyle Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn) Haremeyn-i Şerifeyn, yani Mekke ve Medine'nin hizmetkarı ünvanını devraldı ve böylece bütün Müslümanların dini ve siyasi lideri oldu. Rivayete göre, Üçüncü Mütevekkil kürsüye çıkıp, Halifeliği Osmanlı Padişahı Sultan Selim Han'a devrettiğini açıkladı. Sırtındaki cübbeyi Yavuz'a elleriyle giydirdi. Halifelik nişanlarından sayılan kılıcı elleriyle Yavuz'un beline bağladı. Yavuz Sultan Selim, o andan itibaren Müslümanların dini ve dünyevi lideri oldu. Artık yalnız padişah olarak değil, "halife" olarak da anılacaktı ve ondan sonra gelen tüm padişahlar aynı zamanda halife de olacaklardı. Yavuz Sultan Selim, tahtı devraldığında 2.375.000 km.kare olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 6.557.000 km.kareye çıkarmayı başardı. Devletin gelişmesi için de bir çok faaliyeti oldu. Çok düzenli çalışan bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede ülke içinden ve dışından istediği bilgileri alan Yavuz Sultan Selim'in adam seçiminde büyük bir isabet yeteneği vardı.
Yavuz Sultan Selim, dedesi Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılan Haliç Tersanesini kapasite olarak arttırdı. Medreselerin yanında, sosyal ve ticari alanda hizmet verecek birçok bina inşa ettirdi. Hayatı yoğun savaşlarla geçen Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır Fatih Paşa, Elbistan Ulu Camii, Şam Salihiye'de Muhyiddini Arabi'ye Camii, İmaret ve Türbesi gibi hayır eserleri de yaptırmaya fırsat bulmuştur. Ayrıca temelini attırdığı İstanbul Sultan Selim Camii'ni bitirmeye ömrü yetmemiş, bu eser oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlanmıştır. -
Sultân II. Bâyezid, Gülbahar Hâtun’dan 1450 yılında Dimetoka Sarayı’nda dünyaya geldi. Babası Sultân Fâtih’in nâşı 17 gün saklandı ve Amasya’da Sancak Beyi olan Şehzâde Bâyezid İstanbul’a getirilerek tahta çıkarıldı. Bazı tarihçilerin, Osmanlı kaynaklarında geçen “îş ü nûşu severdi” şeklindeki ifadelerini, onun gençliğinde eğlence ve içkiyi severdi şeklinde yorumlamaları asla doğru değildir. Tam aksine veli lakabını alan nadir Padişahlardan biridir. Asrındaki maneviyât erleri ve âlimlere gösterdiği hürmet de bunun şahididir. Müstakil bir sorunun cevabında da özetleyeceğimiz gibi, Fâtih’in vefatıyla Hıristiyan alemi istediğine kavuşmuş ve Roma bir İslâm merkezi olmaktan kıl payı kurtulmuştu. İşte Şehzâde Cem olayı da bunun tuzu biberi oldu. Sultân Bâyezid, İtalya’daki Gedik Ahmed Paşa komutasındaki orduyu hemen geri çağırdı ve maalesef 1495 yılına kadar, birinci derecede Cem Sultân ve Memlüklülerle meşgul oldu. Sultân Bâyezid’in asıl saltanatı 1495 yılından başlatılabilir.
Bütün bu sıkıntılara rağmen, Sultân Bâyezid, 1483’de 1. Seferini Morava’ya ve 1484 yılında ikinci seferini de Boğdan’a yaptı. Maalesef düşmanlar, 1485 yılından itibaren, dünyanın 1. ve 2. güçlü devletleri olan Memlüklülerle Osmanlıların arasını açmaya muvaffak oldular. Osmanlı hacılarının güvenliğini sağlamayan Memlüklülere karşı, Mayıs 1485’de Çukurova’ya asker gönderilerek resmen harp başlatılmış oldu. Memlüklü Sultânı Kayıtbay düşmanlığın devamını istemiyordu; çünkü bundan Endülüs’de Müslümanlara zulmeden İspanya ve Portekiz ve ayrıca tüm Hıristiyan blok istifade ediyordu. Neticede Ramazan Oğulları Memlüklülerde ve Zülkadir Oğlu Osmanlı’da kalmak üzere, yıllar süren ve genellikle Memlüklü lehine sonuçlanan savaş yılları sona erdi.
1495’de Cem Sultân’ın vefatı ve de Memlüklü ile yapılan sulhden sonra yeniden asıl saltanat yıllarına başlayan II. Bâyezid, evvela Boğdan’a musallat olan Polonya’ya karşı haretekete girişti. Bununla da kalmadı; Venedik, Macaristan ve zaten arada düşmanlık bulunan İspanya ile fiilen savaş hali başladı. II. Bâyezid 4. Ve 5. seferini, sırasıyla 1499 ve 1500 yıllarında Venedik üzerine yaptı. 4 yıl süren savaşlar neticesinde, Venedik Balkanlardaki bütün müstemlekelerini, başta Mora ve Yunanistan olmak üzere, Osmanlı Devleti’ne teslim mecburiyetinde kaldı. Osmanlı orduları, Macaristan ve Bosna’da yaptıkları savaşlarda da önemli fetihler elde ettiler.
Maalesef, bu başarıların ardından, Erdebil’deki Safevî tarikatının şeyhlerinden Şeyh Cüneyd, onun oğlu Şeyh Haydar ve nihayet asırlarca Osmanlı Devleti’ni fetihlerinden uzak tutan Şah İsmail ve onun Şi’i devleti olan Safevîler meselesi ortaya çıktı. 1460’da Şeyh Cüneyd katledildi, ama yerine geçen Şeyh Haydar, işi daha da ileriye götürdü. Asıl problem, Uzun Hasan’ın da torunu olan Şah İsmail ile başladı. Şah İsmail’in desteğiyle Anadolu’dan toplanan Türkmen gençleri, Erdebil’e götürülüyor ve orada ciddi bir Şî’a eğitimi verildikten sonra, birer Şi’î mollası olarak Osmanlı Sofuları adıyla Anadolu’ya gönderiliyordu. 1507’de Şah İsmail’in Zülkadir Oğlu Alâüddevle Beyin kızını istemesi ve onun da bir Şi’îye kızını vermek istememesi üzerine, II. Bâyezid’in kayınpederi ve Yavuz’un da dedesi olan Zülkadir Oğlu beğliğine saldırdı ve zulme başladı. Osmanlı Devleti’nden ve Memlüklülerden tepki görmeyince iyice şımardı. Tepki, 1487 yılından beri sancakbeğliğinde bulunduğu Trabzon’dan yani Yavuz’dan geldi ve Şehzâde Yavuz hemen Gürcistan Seferine çıktı. Bu sefer sonucunda, Yavuz komutasındaki Osmanlı orduları, Şah İsmail’in oğlu İbrahim Mirza’nın komuta ettiği Safevî ordusunu Erzincan yakınlarında perişan etti. Halk, Yavuz adına “Yürü Sultân Selim, devrân senindir” türkülerini söylüyor ve babasının pasifliğini bir nevi protesto ediyordu.
Zor olan nokta Şah İsmail’in şahlığı ve şeyhliği beraber götürmesiydi. Bu sebeple Antalyalı bir Türkmen olan ve Erdebil’e giderek tam bir Şi’i mollası haline gelen Şah Kulu isimli halifesi, çevresine topladığı bazı göçebelerle devletin başına yeniden gâile açmaya hazırlanıyordu. Veziriazam Ali Paşa, üzerine yürüdü ve Sivas yakınlarındaki Gökçay mevkiinde 1511 yılında katledildi. Bu arada önce Kırım’a geçen ve ardından da Edirne’ye gelerek babasıyla görüşmek isteyen Selim’e, Şehzâde Ahmed ve Korkut taraftarları engel olmak istiyorlardı. Nitekim Çorlu’da babasının ordusuyla Şehzâde Selim’in ordusunu karşı karşıya getirdiler. Babaya kılıç çekilmez diyerek, Karabulut isimli atıyla kaçtı (1511). Aynı yıl Şehzâde Ahmed bu kargaşadan yararlanarak Konya’da sultanlığını ilan etti. Meşru veliahdlıktan düştü ve Şehzâde Korkut veliahd oldu.
Yeniçeri ve bazı devlet erkânının ısrarla Şehzâde Selim’i istediğini bilen Sultân Bâyezid, başka çare olmadığını anlamıştı. Şehzâde Ahmed'in, Şah İsmail'in yakın adamı Nur-ı Ali isimli halifesinin Amasya ve Tokat’da kargaşa çıkarmasına rağmen, karşı gelemeyerek Konya’ya gelmesi, Selim’in işini kolaylaştırıyordu. Bu hadiseler üzerine, 24 Nisan 1512 tarihinde Şehzâde Selim lehine tahttan ferâğat eden II. Bâyezid, 11 gün Eski Saray’da ikamet ettikten sonra, Dimetoka’ya gitmek üzere yola çıktı. Kendisine tahsis edilen ikametgâha ulaşmadan Çorlu yakınlarında yolda vefat etti.
II. Bâyezid devrinin önemli devlet adamları arasında, Vezir-i A’zamlardan İshak Paşa, Hersek-zâde Ahmed Paşa, Çandarlı İbrahim Paşa ve Koca Mustafa Paşa; Şeyhülislâmlardan Molla Abdülkerim Efendi ve Zenbilli Ali Efendi; ilim ve maneviyât erbabından ise, Molla Lütfi Efendi, Sarı Gürz, Muslihuddin bin Sinan Efendi, İdris-i Bitlisî, kendilerine uzaktan taltiflerde bulunduğu Molla Cami ve Ubeydullah Ahrar Hazretleri ve şairlerden ise, Niyâzî-i Mısrî, Vasfî ve İznikli Celilî misâl olarak zikredilebilir.
Gâzî, âlim, şâir, hattât, veli ve müzehhib gibi çok sıfatları bulunan II. Bâyezid, babası Fâtih’in fetihlerini çok iyi hazmetmesine rağmen, kendi zamanında sadece 160.000 km2’lik genişleme temin edebilmiştir. Fetret devrinden sonra Osmanlı Devleti’nin en sıkıntılı dönemlerinden olması, bunun başlıca sebeplerindendir . -
Fatih Sultan Mehmed, 30 Mart 1432'de, o dönemde Osmanlı Devleti'nin başkenti olanEdirne'de, II. Murad'ın Hüma Hatun'dan olan oğluydu olarak dünyaya geldi. Babası Sultan İkinci Murad'tır. Mehmed iki yaşına kadar Edirne'de kaldıktan sonra 1434'te sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed'in Rum sancakbeyi olduğu Amasya'ya gönderildi.
Burada ağabeyi Ahmed'in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum sancakbeyi oldu (İnalcık'a göre şüpheli). Diğer ağabeyi Alâeddin Ali ise Manisa'da Saruhan sancakbeyi oldu. İki yıl sonra babaları II. Murad'ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Mehmed Saruhan sancakbeyi oldu.
Mehmed'in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. Ancak zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk olan Mehmed'in eğitilmesi kolay olmadı. Şehzade Mehmed'in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batılı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu. Bu durum Şehzade Mehmed'e çok-kültürlülük kazandırmıştır.
Topkapı Sarayı arşivinde bulunan II. Mehmed'in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed'in Arapça ve Farsça'nın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyanca bilmesi bu dönemdeki münasebetlerine dayandırılmaktadır.
12 yaşında Osmanlı tahtına çıkan Fatih Sultan Mehmet, Edirne'ye gelir gelmez, babası ile anlaşma imzalayan Avrupalı Hıristiyan devletlerin, haçlı seferiyle karşılaştı. Papa, Hıristiyanlan yeni bir sefer için harekete geçirdi.
Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın fetih harekâtını durdurarak barışçı bir politika izlemesi nedeniyle, akıncılar akından kaldı, bu yüzden Anadolu ve Rumeli'de ele geçirilen bazı yerler, eski devletlere geri verildi. Çocuk yaşta bir şehzadenin padişah olması da yadırgandığından, her yandan ayaklanma ve baş kaldırmalar birden ortaya çıkıverdi.
Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi. Farsça ve Arapça'ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu. 1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı.
Fatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere katıldı. Sınırları Tuna'dan Kızılırmak'a kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbul'u almak ve Hz. Peygamber'in övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi Fatih Sultan Mehmed'in. İstanbul'u almak için Boğaz'a hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452'de Boğazkesen Hisârı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırım'ın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi.
Planı sezen İmparator zor durumdaydı. Bizans'lılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryem'e güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirne'den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisan'da muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtih'in ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı.Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamber'in müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbul'a girdi. Ayasofya'ya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.
İstanbulu fetheden Sultan Mehmed 1100 yıl hüküm süren Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırdı ve Fatih ünvanını aldı.Fethin hemen ardından Mehmed şehrin onarımına başladı.Fatih, Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi hahambaşı bulunmasına izin verdi. 6 Ocak 1454'te Yorgo Skolaris'i yeni Ortodoks patriği olarak atadı. Ayasofya camiye çevrildiğinden Patrikliğe resmî makam yeri olarak Havariyun Kilisesi verildi. Şehirdeki Yahudilerin hahambaşı olarak Moşe Kapsali atadı. 1461 yılında ise Bursa Psikoposu Hovakim İstanbul Ermeni Patriği olarak atandı.
Mehmed Theodosius Forumu'nun olduğu yerde ilk sarayının inşasını başlattı. Daha sonraki yıllarda ise Sarayburnu'nda Topkapı Sarayı'nı inşa ettirdi.Fatih 1481'de, Anadolu'ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481'de Gebze yakınlarındaki Hünkar Çayırı'ndaki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Bayezid tahta çıktı. Fatih Camii'ndeki türbesinde yatmaktadır. Seferi nereye düzenlediği tam olarak bilinmemektedir. Zira Fatih bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylememiştir. -
Bu yazımızda Yıldırım Bayezid Hanın Ankara savaşı ile almış olduğu yenilgiyle oluşan otorite boşluğunda, çok hızlı büyüyüp gelişen Osmanlı devletinin Fetret devrine son veren 1. Mehmet Çelebiden ve 2. Murad handan bahsedeceğiz.
Babasının vefatından sonra kardeşleri ile taht kavgaları yapan Çelebi Mehmet en çokta Süleyman Çelebi ile uğraşmış ve en son onu alt ederek Osmanlı devletindeki Fetret devrine son vermiştir.
Çelebinin kelime anlamı nedir derseniz ' iyi hatip eden ' demektir. Bunu destekleyen bir bulgu var mı derseniz evet derim çünkü Çelebi Mehmet ilk olarak Balkanlardaki Osmanlı topraklarına geçti ve oradan iskan edilen Türklerden küçük bir ordu ile Bursa'ya geçti. Şuan söylediğimiz kadar kolay değil etrafında bir anda bir ordu toplamak. Balkanlardan Bursa'ya geçen 1.Mehmet kardeşleri ile birçok savaş yaptı ve en son Musa Çelebiyi de yenerek devleti parçalanmaktan kurtardı.
Babası döneminde devletin toprakları 920.000 kilometrekare idi. Fetret devri ile bu topraklar 420.000 kareye kadar indir. Tahtta kaldığı 8 yıl boyunca çokça çabaladı ve 550.000 kilometre kareye kadar çıkardı. Karamanoğlu II. Mehmet Bey, ani bir hücumla, Bursa’yı bile ele geçirmişti. Bu sıralarda Musa Çelebi’nin cenazesi Bursa’ya yaklaşıyordu. Karamanoğlu derhal şehri bırakıp çekildi. Bu duruma dayanamayan 'Harman Danası' diye ünlü bir Karaman subayı II Mehmet Bey’e: 'Sultanım,' dedi, 'Osmanoğlu’nun ölüsünden böyle kaçarsın; eğer dirisi gelse halin nece olur?' Subay, bu cüretinden dolayı derhal asıldı. Ertesi yıl Çelebi Mehmet, Konya’ya girip Karamanlılar’a baş eğdirdi; II. Mehmet Bey ile veliahdı olan oğlu Mustafa Bey’i esir ettiyse de akrabası oldukları için sonradan serbest bıraktı.
Çelebi Sultan Mehmet 1420’de Bizans’a gelip imparatorla görüştü ki, bu ziyaret, Osmanlı tarihinde bir istisnadır. Çelebi Mehmet daha sonra Almanya İmparatoru ve Macaristan Kralı Sigismond’un taarruzlarına karşı harekete geçti, Macaristan’a girip savaştı. 4 mayıs 1421’de, 32 yaşlarında, Bursa’da öldü.
Çelebi Sultan Mehmet, Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu sayılır. Timur’un dehşetli darbesinden devleti kurtarmış, kalkındırmıştır Bu zor durum içinde büyük medeni hamlelerde bulunmuş, Bursa’da, Edirne’de geniş imar hareketlerini gerçekleştirmiştir. Bıraktığı eserlerin en ünlüsü Türk mimarlığının şaheserlerinden olan Bursa’daki Yeşil Cami’dir. Çelebi Mehmet’in gömülü bulunduğu Yeşil Türbe, türbelerimizin en güzellerinden biridir.Sultan ikinci Murat tahta geçtiğinde gerçekten büyük işler yapacağı aşikardı. Tahta çıktığında karşısında önce amcası Mustafa'nın isyanı ile karşılaştı daha sonrada kardeşi Mustafa'nın isyanı ile karşılaştı. Bu isyanların çıkmasında büyük tertipçinin Bizans olduğunu bilen Sultan Murat İstanbul'u kuşattı ama alamadı. İstanbul'u kuşatan ikinci Osmanlı Padişahı oldu.Menteşeoğulları, Aydınoğulları beyliklerini ortadan kaldırdı. Germiyan Beyliğinin topraklarını vasiyet yolu ile elde edildi. Yine Candaroğulları ve Karamanoğulları topraklarının bir bölümünü ele geçirdi.Bizans’ın ele geçirdiği Karadeniz kıyısındaki bazı şehirler geri alındı. Eflak, Macar ve Sırp kuvvetlerine kayıplar verdirdi.Venedik ile 1430 yılına kadar savaşlar yapıldı. Bu savaşlar sonunda Makedonya, Selanik ve Teselya ele geçirildi.
1442’de Osmanlı orduları Macaristan’da yenildi. Bunun ardından Osmanlı orduları arka arkaya yenilgilere uğradı. Karamanoğulları da saldırılara başlayınca II. Murat Macar başkanlığındaki Haçlı ittifakı ile 1444’de Edirne – Segedin Ant. yapıldı. Bu antlaşma ile Sırbistan geçici olarak kaybedildi. Savaşın kötü sonucundan mıdır bilinmez ama sultan tahtını oğlu 2. Mehmet'e bırakarak Mihaliç'e yerleşti. Bu gidişatı ilk olarak Çandarlı Halil Paşa kabul edemedi ve çatlak sesler çıkarmaya başladı. Bu sözlerden haberi olan 2. Mehmet Halil paşayı mimledi ve tahta gerçekten sahip olacağı günü beklemeye başladı.Bu değişikliği bir fırsata çevirmek gibi yanlış bir fikre kapılan haçlılar antlaşmayı bozarak Osmanlı devletine saldırıya geçtiler. Bu durumda büyük sıkıntılar yaşayan 2. Mehmet devlet erkanından da destek alamayacağını bildiği için babasına bir mektup yazarak şu sözleri söyler.''BabaEğer padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına geçiniz , yok eğer padişah ben isem size emrediyorum gelip ordunun başına geçiniz. '' bu söz üzerine ordunun başına geçen 2 Murat Varna da haçlıları tepeleyerek balkanlardaki gücünü perçinlemiş oldu.Bu güç ve kuvvetle 2. kosova savaşını da gerçekleştiren sultan haçlılara kendisini unutturmadan morayı da aldı ve Arnavutluk seferine çıktı. Bu seferde de başarı sağlayan sultan Murat İstanbul'un alınmasını kolaylaştırdı, Avrupa'nın savunma duruma geçmesine sebep oldu. Bu savunma durumu 1683 Viyana bozgununa kadar sürecekti. Osmanlının kuruluşunu tamamladığımıza göre yükselme dönemi padişahlarını tek tek yazmanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Yeni yazımızda görüşmek üzere. -
Kuruluş dönemini üçe ayırdığım için iki gündür yayınladığım yazılarda ilk 4 hükümdardan bahsedecektik, öylede oldu dünkü yazımızda Ertuğrul gazi, Osman gazi ve Orhan gaziden bahsettik bu yazımızda ise 1. Murat Hüdavendigar, 1. Bayezit namı değer Yıldırım ismiyle anılan padişahımızdır kendisi. 4 Hükümdar diyorum çünkü Ertuğrul Bey idi.
1.Murat Hüdavendigar denildiğinde aklımıza ilk gelen bir Sırp tarafından şehit edilen padişah diye hatırlarız. Ama kimse demez ki babası Orhan gazi ona 95 bin kilometre karelik bir devlet bırakmış oda bu bize azdır daha Orta Asya'dan karındaşlar gelecek biz bunu genişletelim demiş ve 500 bin kilometre kareye çıkarmıştır ülke sınırlarını. Yine kimse sormuyor 1. Murad'a neden Hüdavendigar denilmiştir; sebebi Hükümdar ve Bey anlamına gelmektedir. Ve ilk sultan ünvanınıda yine 1. Murat kullanmıştır, çünkü İlhanlılara olan bağımlılıklarına bir son vermiştir. Burada söyle bir parantez açalım İlhanlılar kim ? Kimi kaynaklara göre Moğol kimi kaynaklara göre Türk devletidir. Cengiz Kağanın torunu Hülagü Han Tebriz'de kurmuştur devleti devletin hal hareket ve tavırlarına bakarsak Türklerden baya etkilenmişlerdir ve dedesi Cengiz kağan Türk 1000 boydur biride Moğoldur gibi bir söz söylemiştir. Buradan ne çıkarıyoruz İlhanlılar Türktür, tabi bu benim şahsi kanaatimdir katılmak istemeyeni anlar ve saygı duyarım ama Moğolların birçok yönden Türklerden etkilenmiş oldukları aşikar ve su götürmez bir gerçektir.
1.Murat atası Ertuğrul gazi gibi yerinde duramayan ve aklı hep savaşta olan bir yönetici idi. Daha şehzadeliği bitmemişken koca Edirneyi tek seferde Osmanlı devleti topraklarına katmış ve balkanlara geçmiştir. Hoş görü ile bölge halkını kazanan Sultan Murat Anadolu'da Karaman oğulları ile savaşmış, Savcı bey isyanlarına dur demiştir.
Sona doğru gelirken Avrupa bu hızlı büyüme ve sevilmeyi kıskanarak önümüze Sırp prensliği, Bosna krallığı ve bölgede hüküm süren balkan prensliklerinden oluşmuş bir ordu ile üzerimize gelmektedir. Şaşırıyor muyuz biz bu duruma ? Neden şaşıralım bu insanlar kendilerinden başka medeniyet timsali yok diyen tipler. Bizim orduda ise Teke beyliğinden, Menteşe beyliğinden, Candar oğulları beyliğinden destekler var. Sonuç ne olur derseniz, bildiğimiz üzere bu adamları biz böyle yenemeyiz daha şeytani planlar deneyelim diyerek inlerine çekiliyorlar. Savaş alanını gezen Sultanımız bir sırp tarafından şehit ediliyor ve yerini oğlu 1. Yıldırım Bayezit'e bırakıyor.
Yıldırım Bayezit savaş alanında babasının ölümü üzere padişah oldu ve hemen orada biat edildi. Kaçan düşmanları kovalamakta olan kardeşi Yâkub Çelebi çağırtılarak çadırda boğduruldu. Asker bu duruma çok üzülse de ses çıkaramadı. Bu bölümü geçmeden bir yere değinmek isterim, daha önce hiç yaşamamış olduğu bir konu üzerinden insanlar aleyhinde yorum yapan boş beleş konuşan arkadaşlar günümüzde oldukça artmış durumda. Çıkıp vay efendim Osmanlı nasıl kardeş katli yapar vay efendim nasıl padişahın 4 eşi olur nasıl harem kurar gibi çok basit ve aşalık söylemlerde bulunanlar var. Bakın insanlara hakaret etmek için söylemiyorum durum hakkında bilgisi olmayan ve bilgilenmeden bu yorumları yapıp doğruyu görenlere bir sözüm yok. Ama bilgisi olup konuyu Osmanlı düşmanlığından dolayı farklı mecralara çekip çamur atıyım izi kalsın tarzında düşünenler ve konu hakkında bilgisi yok birkaç kişi tarafından da yönlendirilip hiç gerçeği okuyayım bunun aslı nedir demeyen arkadaşlara benim sözlerim. Birincisi Yıldırım Han kardeşini boğdurmasa saltanat'a ortak olacak ve ordu toplayacaktı, bunun sonucunda bir yönetim kavgası çıkacak gidişatı iyi olan devlet sekteye uğrayacak hatta yıkılacaktı. Ve ayrıca suçsuz yere bir hayli hünerli asker boş yere ölecekti. Bunun örneğini Çelebi Mehmet döneminde görüyoruz. Osmanlının düşüncesi çoğunluğa zarar gelecekse azınlığı feda edelim tarzındadır. İkincisi eşlerinin 4 olması, bu insanlar saltanat sahibi insanlar devletlerini doğru yönetecek insan belki 4. eşinin oğlu olacak bu kişiler senin gibi sıradan değiller bir sorumlulukları var hem Yüce Yaradan helal kılmış bir fikri bozuklar olmaz diyorlar bence şirke girdiklerinden haberleri yok. Sonra şu harem meselesi duyan sanıyor ki hareme gelen bütün bayanlar padişahın eşi oluyor. Benim güzel kardeşim o insanlar eğitim alıp saray işlerinde uğraşan kişiler, bilmiyorsun bari insanlara çamur atma. Daha konu hakkında söylenecek çok söz varda biz bu işi mahşere bırakalım orada terazi Alemlerin sahibinde.
Savaştan sonra yeni bir haçlı birliği kurulmasın diye Sırbistan kralının kız kardeşi Mora Despina ile evlendi ve Sırpları vergiye bağladı diğer küçük krallıklar üzerine de akıncılar göndererek bölgeyi baskı altına aldı. Büyük bir Türkmen kafilesinide buralara yerleştirerek bölgeye İslamı yaymayı ve Türk unsurlarla elini güçlendirmeyi hedefledi ve bu çok etkili oldu. Balkan savaşlarına kadar çok az sıkıntılar yaşamışızdır. Anadolu içindeki çatlak sesleri susturmak isteyen Yıldırım Bayezid sefer hazırlıklarına başlamıştır. 1389'da I. Bayezid'a yönelik daha büyük bir tepki Anadolu Türkmen beyliklerinden gelmişti. Sözde Yakup Çelebi'nin öcünü almak üzere, Germiyanlı, Aydınlı, Saruhanlı, Menteşeli, Hamitli beylikleri ve hatta Sivas Hükümdarı Kadı Burhaneddin eyleme geçmişlerdi. Amaçları giderek büyüyen Osmanlı devletinin gücünü kırmak ve kaybettikleri topraklar varsa bunları geri almaktı.
1390 baharında I. Bayezid yanına vasal devletlerden katkılar olarak Sırp Kıralı İstavan Lazarovic ile Bizans İmparatorunun oğlu ve veliahtı Manuel'i alarak olağanüstü başarılar sağlayan bir Anadolu seferi gerçekleştirdi. Hızla hareket ederek Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları, Menteşeoğulları ve Hamitoğulları beyliklerini ortadan kaldırdı. Saruhan beyleri Hızırşah ve Orhan Bey'in Bursa'da, Germiyanlı Yakup Bey'in İpsala'da ve Aydınlı İsa Bey'in ise Tire'de oturmaları emredildi. Antalya'ya kadar indi. Bu arada Bizans'in elinde bulunan Anadolu içinde dört tarafı Osmanlı arazisi ile çevrili bir enklav şeklindeki Filedelfia (şimdiki Alaşehir) kalesini vasalı olan Manuel'e zaptettirdi. O yıl sonbaharda Karamanoğlu Alaeddin Bey, Candaroğlu Emir Süleyman ve Sivas Hükümdarı Kadı Burhaneddin arasındaki ittifakı yıkmak için Konya'yı kuşattı. Yıldırım'in eniştesi olan Karamanoğlu Alaeddin Bey barış imzalayarak Çarşamba Suyu'na kadar topraklarını Osmanlılara bırakmak zorunda kaldı.
Seferi tamamlayıp Rumeli üzerine dönen Yıldırım han oradaki kargaşayı engellemeye çalışırken Dicleyi geçip Anadoluya gelen Timur hükümlerini yitirmiş beyler tarafından kışkırtılarak Osmanlıya saldırması yönünde telkinler verdi. Timur kendisini Türk olarak adlettiği için cihan hakimiyeti mantığıyla bir dünyada iki cihan devleti olmaz dedi ve Osmanlıya savaş hazırlıklarına başladı bu arada İstanbul'u kuşatmış ama haçlıların tekrar bir kalkışma içerisinde olduğunu duyunca Rumeli'ye yönelmek zorunda kalmıştır. Yıldırım Bayezid Edirne'den Tuna Nehri kıyısında bulunan Niğbolu Kalesine 24 saat gibi kısa bir sürede ordusuyla beraber ulaştı. Adına yaraşır bir sür'atle gelen Sultan Yıldırım Bayezid, Divanı toplayarak durum değerlendirmesi yaptı. 25 Eylül 1396 günü kendinden aşırı emin Haçlı birlikleri Osmanlı süvarilerinin amansız akını karşısında bozguna uğramış adeta bir baskın yemişlerdir.
Savaşın başlarında tepeden tırnağa zırhlı seçkin Hospitalier Şövalyeleri Osmanlıların öncü birliklerine kayıplar verdirmiş, onları kovalamak için ilerledikçe Türk askerlerinin daha önceden yerlere sapladıkları kazıkların olduğu bölgeye gelmişler ve atlarla ilerlemenin mümkün olmadığını görünce atlarından inmişlerdir.
Haçlı ordusunun geçtiği yerde Müslümanları ve hatta Ortodoksları katlettiğini öğrenen Yıldırım Bayezid çok öfkelendi. Soylular bir kenara ayrıldıktan sonra yere bir kazık çakıldı ve boyu bu kazıktan uzun olan tüm diğer esirler idam edildi. Niğbolu Savaşı, Osmanlı'nın ilk zamanlarında esirlerin öldürüldüğü tek savaştır. Ancak çocuk yaştaki Haçlı askerlerinin canı bağışlandı ve onlar da Müslüman olarak yetiştirilmek üzere Türk ailelerine gönderildi.Bu zaferle Anadolu'ya yönelen Yıldırım Han Timur ile karşılaşmak için Ankara ovasına gider iki ordununda güçlü olması savaşın kanlı geçeceğini göstermektedir. Ama buradaki en büyük talihsizlik iyi giden savaşın Osmanlıdaki bazı beylerin saf değiştirmesi sonucu yenilgiyle sonuçlanmasıdır. Bir gürz darbesiyle atından düşen Yıldırım Bayezid han yakalanır ve Timur'a götürülür kimi kaynaklara göre iyi karşılandı denir kimi kaynaklara göre kötü, bir iki defa Yıldırım hanı kaçırma girişiminde bulunan bazı kuvvetler başarısız olur ve Yıldırım han kafese kapatılır. Çok insancıl olmayan bu hareket Yıldırım hanın çok zoruna gider ve kahrından vefat eder.
Yıldırım Hanın ölümü üzerine devlet içerisinde bir fetret devri başlar. Bu duruma son verecek olan padişah ise 1. Çelebi Mehmet Handır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)